Stephen Hawking'in insanlığa verdiği en değerli şey uzak yıldızlara dair düşler kurabilmesiydi. Ardından söylenecek en anlamlı söz şudur: Per aspera ad astra (zorlukları aşarak,yıldızlara doğru). Bir gün buradan gitmenin bir yolunu bulacağız.
Karşımıza çıkan her detayın bir nedeni vardır. Zamanında kalkmayan metro, yanlışlıkla eline geçen bir kitap ve aniden bastıran yağmur hayatını değiştirebilir. Ve "neden" sen hazır olduğunda bulur seni.
İnsan yabancıdır. Ait olmadığı şehirlerde inanmadığı yaşamlara kaptırır kendini; bir gün, evini bulacağına inanarak... Pink Floyd The Wall'da bu hissi şöyle kutsamıştı: "Kalbini aç, eve geliyorum!"
Van Gogh, gerçekliğinden emin olacağı bir şey bulmak istiyordu. İnsanlar sahteydi,yaşamlar sahteydi,sahteydi mutlulukları... Ve bir gün kulağını kesti. Gerçekliğinden emin olabilmek için.
İnsan yabancıdır. Ait olmadığı şehirlerde inanmadığı yaşamlara kaptırır kendini... Bir gün evini bulacağına kendini inandırarak... Pink Floyd The Wall'da bu hissi şöyle kutsamıştı: "Kalbini aç, eve geliyorum!"
karşımıza çıkan her detayın bir nedeni vardır. zamanında kalkmayan metro, yanlışlıkla eline geçen bir kitap ve aniden bastıran yağmur hayatını değiştirebilir. ve "neden" sen hazır olduğunda bulur seni.
ertelediği her şey insanın ruhunda bir boşluğa yol açar. işte insanı yok eden de o boşluktur. gerçek olan tek an, şu an! zamanı elimizde daha fazla tutamayız. "tutku bekleyemez" der nietzsche.
Bir yıl aradan sonra: Gerçekten seni anlayan birine kendini anlatmak, karmaşık bir günün sonunda eve dönüştür. Ve her düştüğünde hiç korkmadan elini uzatmak... "Hüzünlü bir şarkıyı al ve daha güzel bir şeye dönüştür!"
İnsanlar farkında olmadan birbirlerinde izler bırakır ve bu bazen yıllarca açığa çıkmaz. Duyduğun bir şarkı birdenbire ruhunu ürperttiğinde bu ize dokunduğu içindir. Geride bıraktığın her şey, bir gün şarkıya dönüşür.
Birçok şeyi aynı anda hissedip hiçbirine odaklanamıyorsan, insanlar anlamsız, filmler sıkıcı, şarkılar eksikse; yaşamı artık onlar gibi yaşayamazsın.Bir şey kanına karıştı ve hiçbir şey aynı olmayacak.
Bir şeyi zamana bırakmak, bir parça vazgeçmektir. Tutkuyu şöyle tanımlıyordu Hegel: "Bir başkasında kaybolmaya hazır olma durumu..." Hiç beklemeden, hiç korkmadan!
camus,cafelerde tek oturmayı severdi.
sartre,cafelerde caz dinlemeyi severdi.
kafka,cafelerde yazmayı severdi.
cafeler özünde yalnızlar içindir. ama pop kültürü tarafından işgal edilmiştir.
insanlar erteliyorlardı bir şeyleri hep. oysa "tutku bekleyemez" der nietzsche. tutkulu insanlar bekleyemez. zamana bırakılan her şey seni yavaşça öldürüyor. zamana bırakılan her şey, bir gün bir kara deliğe dönüşecek.
gerçekten seni anlayan birine kendini anlatmak, karmaşık bir günün sonunda eve dönüştür. ve her düştüğünde hiç korkmadan elini uzatmak... "hüzünlü bir şarkıyı al ve daha güzel bir şeye dönüştür!"
Aura, insanların bedenlerinden yayılan enerji alanına denir. Bu bir ışımaya benzer. Dolayısıyla ortak hislere sahip insanların aurası birbirini çeker. İletişimin son aşaması ışık hızındadır.
gökyüzüne bakıp hiç tanımadığı bir şeyi özleyen insanları anlatan bir sözcük olmalıydı.bir yerlerde bir yabancı var,seninle aynı şeylere inanan.bir yerlerde bir roman var,henüz yazılmamış
bir balkonda; yanında biraz kahve, zihninde yazılmamış tutkularla, söyleyemediğin "her şey"sin. seni tanımlayacaklar, sevecekler ve nefret edecekler... insan kendini anlatmak için artık çabalamadığında özgürdür, güzeldir!
"Silver lining" İngilizcede, zor bir durumun içindeyken ortaya çıkan ümit verici olasılığa denir. Bu, bazen seni hayatta tutan şeydir. O olasılığa inanır ve devam edersin.
gökyüzüne bakıp hiç tanımadığı bir şeyi özleyen insanları anlatan bir sözcük olmalıydı. bir yerlerde bir yabancı var, seninle aynı şeylere inanan. bir yerlerde bir roman var, henüz yazılmamış...
her 7 yılda bir çoğu hücremiz kendini yenilerken, asla aynı insan olamayız. duygularımız geçmişe aittir hep, düşlerimiz ise geleceğe. ve kabul etmesek de: insanlar değişir.
Van Gogh, gerçekliğinden emin olacağı bir şey bulmak istiyordu. İnsanlar sahteydi, yaşamlar sahteydi, sahteydi mutlulukları... Ve şöyle yazmıştı bir mektubunda: "Bazen yaşamın içinden nasıl çıkacağımı bilemiyorum."
metroda sartre'ın bulantı'sını okuyan bir yabancı, kulaklıkla son ses the beatles dinleyen bir başkası gülümsetiyor seni. "fazla değiliz" diyorsun, "ama tümüyle de yok olmadık."
İnsanlar farkında olmadan birbirlerinde izler bırakır ve bu bazen yıllarca açığa çıkmaz. Duyduğun bir şarkı birdenbire ruhunu ürperttiğinde bu ize dokunduğu içindir. Geride bıraktığın her şey, bir gün şarkıya dönüşür.
Birbirini gerçekten tanıyan 2 insan,hislerini anlatmak için sözcüklere ihtiyaç duymaz ve şöyle der: "Ben şarkıyı söyleyeceğim sen anlayacaksın" Bir şarkıyı paylaşmak,ruhunun bir parçasını vermek gibidir bazen.
gözlerini kapamadan önce düşündüğün son şeyle, güne başlar başlamaz hissettiğin ilk şey aynıysa, bir anlamın vardır. o anlama sarıl. o "anlam" seni hayatta tutacak.
Eğer olur da bir şekilde başka bir evrende karşılaşırsak; bu bizim şifremiz olsun: Per aspera ad astra! Aynı gezegenden geldik, aynı evrende kaybolmuştuk.
Antik Roma'da insanlar karanlık bir dönemi geride bıraktıklarında şöyle derlerdi: Per aspera ad astra(zorlukları aşarak,yıldızlara doğru). Bu dünyada yaşam yok.Ama bir gün yıldızlara gitmenin yolunu bulacağız.
playlistte birkaç dakika sonra çalacağını bildiğin ve henüz hazır olmadığın için çalar çalmaz atladığın bir şarkı var. ve bir gün onu daha fazla dinleyebilmek için yolunu uzatacağını biliyorsun.
Yüzlerce yıl önce şöyle yazmıştı bir yazar:“İlk görüşte yaşanmayan bütün aşklar sahtedir.”Ve yıllar sonra şöyle diyecekler: Kafka, Milena’ya, sıradan bir Prag öğleden sonrasında, bir cafede, kahve içerken,birdenbire aşık oldu.
Tutkunun tanımını Kürk Mantolu Madonna'da şöyle yapar Sabahattin Ali: "Ne zaman istersen gelirim, nereye istersen." Bunu denemeyen, hiç uçmamış demektir.
literatüre girmemiş bir his vardır: "girilen ortamdaki sahtelikten duyulan tiksinti." umurunda değilse şöyle dersin gözlerinle: her şey normalmiş gibi davranmamız, her şeyin normal olduğu anlamına gelmiyor!
bir şeyin hayatını değiştireceğini ilk görüşte anlarsın bazen. ruhuna bir sıcaklık yayılır, gülümsersin. yeterince cesursan eğer, yeterince cesursan eğer...
Onlar gibi sevmiyorsun, onlar gibi yaşamıyorsun, hissetmiyorsun. Gündüz onların olsun. Böyle hissedenlere sözlüklerde "nocturnal" deniyordu. Yani: geceye ait olan.
Literatüre girmemiş bir his vardır: "Girilen ortamdaki sahtelikten duyulan tiksinti." Umurunda değilse şöyle dersin gözlerinle: "Her şey burada başlamadı ve her şey burada bitmeyecek..."
Ay, özlemdir. İletişim araçlarının olmadığı çağlarda; uzak düşen insanlar özlemlerini dindirmek için bir yol geliştirmişti. Aynı zaman diliminde Ay'a bakacaklardı. Bazen bilirsin, paylaşabileceğin tek şey gökyüzüdür.
Her insanın kendisinden bile gizlediği karanlık bir yanı vardır. Bu, insanı oluşturan şeydir. Birine karanlık yanınızı göstermenize rağmen kaçmıyorsa, aynı karanlıktan geldiğiniz içindir.
bazen birdenbire bir duygu kanına karışır da "bu beni yavaşça öldürecek ama bunu seveceğim" dersin. sonbahar işte bu hislerin mevsimidir. adını koyamadığımız her şeyin adı olacak eylül!
zihnin savunma mekanizması,bazı hisleri bloke eder.yokmuş gibi davranırsın.bir filmin ortasında birdenbire gözlerinin dolmasının nedeni senin için gizli bir hissi birden fark edişindir.
zihnin savunma mekanizması, bazı hisleri bloke eder. yokmuş gibi davranırsın. bir filmin ortasında gülümsemenin ya da gözlerinin dolmasının nedeni senin için gizli bir hissi birden fark edişindir.
Bir ifade var, henüz adı koyulmadı. Sadece çok fazla kitap okuyan insanların gözlerinde görebilirsin bunu: Bunun adı "uzaklara gitme tutkusu" Bu gezegene ait olmayanlar, birbirlerini bakışlarından tanırlar.
Bazen, okuduğun kitapta altını çizdiğin satır kozmosun tüm gizemini taşıyormuş gibi gelir. Ve belki bunu çizen başkası da vardır, dersin. Hiç tanımadığın biriyle aynı tutkuya kapılmak seni gülümsetir.
İnsanlar radyo frekansları gibi,mesela 80-120 gibi bir aralıkta dağılım gösterirler.Söz gelimi frekansı 87 olan birisinin,116 olan birisini sevmesi mümkün değildir.Farkında olmadan kendi frekansımıza yakın insanlara çekiliriz.Bu doğanın işleyiş yasasıdır.
Van Gogh resim yaparken, çizdiği şeye dönüştürürdü kendini. Bir yıldızı çiziyorsa eğer, o yıldızın kendisi olurdu. Ve bir yıldızın en parlak olduğu an, ölüme en yakın olduğu andır.
iki insan enerji olarak birbirine yakınsa, iletişim sürecinde nabız atışları birbirine yaklaşır. bu nedenle zamanı hızlı ya da yavaş algılamamız biraz da yanımızdakilere bağlıdır.
Aura, insanların bedenlerinden yayılan enerji alanına denir. Bu bir ışımaya benzer. Dolayısıyla ortak hislere sahip insanların aurası birbirini çeker. İletişimin son aşaması ışık hızındadır.
Bir sabah uyanıp bir sırt çantası ve Sartre'ın Bulantı'sıyla, bu şehri terk mi etsek yoksa biraz daha kahve mi içsek? Alışacak mıyız her şeye. Alışacak mıyız her şeye...
belki çok uzaktın, kendini anlatamadın. durağı kaçırmıştın, yeterince odaklanamadın. caddede mutlu olmaya çalışan yüzler göreceksin. sahte yüzler... içinde bir şey eksik ve sen artık onu umursamıyorsun.
İki paralel çizginin 13,7 milyar yıl boyunca karşılaşmamış oluşu, yarın karşılaşmayacakları anlamına gelmez. Bu yüzden her şeye rağmen yarın beklenmeye değer.
Birlikte çok zaman geçiren kişiler atomik düzeyde farkında olmadan birbirlerini tanırlar. Bu nedenle "bir parçam sende" ifadesi fiziksel açıdan gerçektir.
yanında kitap taşımak, yanında hüznünü taşımak, yanında en çok sevdiğin şarkıyı taşımak, uzak düşmüşlüğünü ya da bir an'ı. sen bir sanatsın. ama gezegende artık kimse sanatla ilgilenmiyor.
Kurt sürülerinde "omega" olarak adlandırılan bir tip vardır. Omega, "alfa"nın liderliğini tanımaz, sürünün aptal oyunlarıyla ilgilenmez ve sürüsüz de hayatta kalabilir. En çok saldırıya uğrayandır ama en özgür!
Şehirleri değil, o şehrin bize anımsattığı insanları ve öyküleri severiz. Bir gülümsemeyi belleğine kaydetmek, bir sokağı sahiplenmek gibidir. Bazı şehirler seni anımsar.
bazen dönüşü olmayan bir yola girmek için,
tek bir işaret beklersin. ve ifaden şöyle der: "mutsuzluğu artık umursamıyorum ama aradığım şey mutluluk da değil!"
"Bulantı"da en çok akılda kalan ayrılık sahnelerinden birini yazarken şunu gösteriyordu Sartre: Bazen söyleyecek çok fazla şeyin olduğu için susarsın. Ve bu konuşmaktan daha cesurcadır.