Bir insan kızgın ya da kırgın olduğunda şefkat görmek ister. Karşısında telaşlanan, mahcup olan bir insan görmek, çaba görmek ister. Bunlar talep edilmez böyle şeyler zaten içten gelir. Bu gerçek aklıma gelince tüm cevaplarımı alıyorum ben.
Az önce şöyle bir cümle okudum çok hoşuma gitti: “Sınırlarımı senin saygısızlığına göre ayarlamaktansa, hayatımı senin yokluğuna göre ayarlamayı tercih ederim.” dedi. Daha güzel anlatılamazdı galiba.
“ben kayboldum! duygularım karmakarışık. anılarım kayıp. gözlerim yaşlarla dolu. ben kötüyüm ama iyiyim de. hiçbir şey dilemiyorum. hiçbir arzum yok. yitip gitsem en iyisi olur.”
“- seninle sanki, uzun yıllardır seni tanıyormuşum gibi konuşuyorum.
+ öyledir.. insanlar birbirlerini anladıkları zaman, içinden geldiği gibi rahat konuşur.”
“keşke kaçabilsem. bildiğim, bana ait olan, sevdiğim şeylerden kaçabilsem. gidebilsem, burası olmayan herhangi bir yere. bu alışkanlıkları, bu günleri görmek istemiyorum artık.”
Nurullah Genç, Rûveydâ şiirinin başlarında: "Alaca bir at koşar içimde; zamansız mekansız nefese doğru." diye yazar ve sona doğru gelince, "At vuruldu. İçim paramparça Rúveydâ…" der. Herkes bilmez ama bu bir ölümdür.
"Ait olmadığın bir yerde yaşamak nasıl bilir misin? Bir amaç uğruna başka şeyleri feda etmek, acılara katlanmak. Hayattan vazgeçmemek için bir sebep bulmak. Sıkı sıkıya bağlanmak ve hepsinin kopuşu."
At vurulmadı, yalnızca yoruldu Rüveyda. Düşürme yüzünü, devirme içini. Paramparça olmaya yer arama. Dik dur. Biz güçlüyüz Rüveyda. Bizim kalbimiz kararmadı hâlâ. Dinlensin yine dört nala olacağız. Söz.
Sonra içime ve hatta dışıma kapandım. Küsmek gibi bir şey.
...
Bir çeşit olmayan hayat. Zaten hiçbir şeyi kararında bırakamamak ve ortasını bulamamak gibi bir sorunum var benim. Epeyce göçebe yaşadım, sadece iki valizim oldu. Bir yığın insan tanıdım. Ama hep yalnızdım.
D. Madak