İsveç’teki bu markete girmeden önce atıklarınızı bu makinenin içine geri dönüşüm için boşaltınca, o hemen ayırıyor ve geri dönüşümü başlatıyor; alışverişinizde kullanabileceğiniz indirim kuponunu veriyor. Çok beğendim👏
Mavi, modern zamanlara kadar adı konmayan bir renktir. Homeros'un İlyada ve Odesa'sında tek bir kez bile kullanılmaz. Denizin rengi, "şarap karası" olarak nitelendirilir örneğin. Shakespeare'ın Hamlet'inde bile, ki 1600'lerin başında yazılmıştır, deniz yeşildir.
Yunan televizyonu ERT, bu sabahki yayınını Türkiye'den deprem görüntülerini içeren dramatik bir kliple açıyor. Görüntülere eşlik eden şarkı "Ben Seni Sevdiğimi Dünyalara Bildirdim". Bir insanın, kardeşini teselli etmesinin en incelikli yollarından birine tanıklık ediyoruz.
Tarsus Belediyesi olağanüstü bir yazlık sinema etkinliği yapıyor.
Öyle sıradan bir film gösterimi değil; öğleden sonra mahallelerde kartelalı kamyonlar gezip filmi duyuruyor. 60’larda olduğu gibi filmden üç saat önce müzik yayını başlıyor. Üstelik filmler de 35mm oynatılıyor.
- Kendi kitabını derste tek kaynak olarak kullanmak;
- Bu kitabı öğrencilerin almasını zorunlu kılmak;
- Kitabı alamayıp fotokopisini kullanan öğrencileri hırsızlıkla itham etmek...
Benim dünya görüşüme göre asıl hırsız bunu yapan öğretim üyesidir.
Sait Faik Abasıyanık’ı çok severim; Abasıyanık’ı Sait Faik’in romanı zanneden kızı da çok sevdim. Eminim Sait Faik de çok severdi. Bu yüzden gencecik bir kıza yüklenip de kendi yetersizliğinin intikamını almaya çalışanlar bok yesin.
Bu filmin görüntü yönetmenlerini işinden eden bir plan-sekansı var. İki ya da üç görüntü yönetmeni o sekansı çekemediği için işinden oluyor. Sadece o sekansı için bile izlenir. Kaldı ki, çok iyi film.
Öğrencimden harika bir şey öğrendim: "Maraba"nın kökeni "dörtte bir" ifadesine dayanıyormuş (etimolojik sözlüğe baktım, doğruymuş). Kelime, özellikle Çukurova'da tarım işçisi olarak çalışan Nusayriler'le yaygınlaşmış. Tarladan kaldırılan ürün bedelinin 1/4'üne çalışanlar...
1 Temmuz’da yürürlüğe giren sinema yasasıyla, en az yüz yıldır uygulanmakta olan “ilk seans”, “Çarşamba ya da Cuma Halk Günleri”, “kadın matinleri” ya da “öğrenci indirimi” gibi indirimler ve kombine bilet gibi uygulamalar tarihe karıştı.
Haberin güzel kısmını gizlemeyi tercih etmiş BirGün admini. İmara açılan arazinin 1/3'ü (16.000 metrekarelik kısmı) DENİZ BAYKAL'a ait. Diğer 1/3 ise, adı verilmeyen bir akrabasına.
Yine "15 yıldır Amarikalarda yaşayan, karı-koca olağanüstü maaş alan" birilerinden azar işiterek güne başlıyoruz.
Efenim, biz de ne mal bir halkız ki, evde yemek hazırlayıp işe getirmeyi dahi bilmiyoruz.
Park Chan-wook'un Ayrılma Kararı'nı (nihayet) dün izledim. Uzun zamandır izlediğim en iyi filmdi. Sadece hikâyesiyle ve senaryosuyla değil, görsel diliyle, sinematografisiyle ve kurgusuyla mükemmel bir film.
45 yaşındayım, belki 35 yıldır aktif okuyorum. Kim bilir kaç yazarı ölmüş ya da hâlâ yaşıyor zannediyorum da tam tersi çıkıyor. Kimse, kimsenin hayat çetelesini tutmak zorunda değil.
Muhtemelen ilk kez S. Ali yazınıyla tanışacak bir insanı makara konusu yapmak ayıp.
Sinema tarihinin ilk renkli filmlerinden biri olan King of Jazz'den (1930) kareler. Pelikülün üzerindeki kimyasal sadece yeşil ve turuncunun tuhaf tonlarına tepki vermekteymiş. Ortaya olağanüstü bir estetik çıkmış.
3,5 yaşındaki kızımın yemeğini kendi başına yemeyi reddedip bizim yedirmemizi isterkenki bahanesi: “Yemeğimi kendim yediğimde, kendimi çocuk gibi hissetmiyorum.”
Abdurrahman Keskiner anlatıyor: Selvi Boylum Al Yazmalım’ı filme aktarmaya karar verdiklerinde telif için Cengiz Aytmatov’la görüşmek istemişler. Ama Aytmatov’un nerede olduğunu, ne yaptığını bilen yok. Mektup yazıp postaya vermiş Keskiner. Adres: “Cengiz Aytmatov - SSCB”
Belki bir daha yazma şansım olmaz, belki onların okuma şansı olmaz. Hayattayken söylemek isterim ki, ben bütün öğrencilerimizle, mezunlarımızla gurur duyuyorum. Hem insanlıklarından hem de becerilerinden gurur duyuyorum. Kendileriyle tanışmış olmak benim için onurdur.
Ben çocukken, köyde yağmur duasına çıkılırdı (muhtemelen hâlâ çıkılıyordur). Duadan önce köyün demirbaşı olan bir at kafatası toprağa gömülür ve bu kafatasını topraktan çıkaracak kadar güçlü bir yağmur yağması için dua edilirdi. Bu inanışın Pagan köklerini çok sonraları kavradım.
Ahlat Ağacı olağanüstü bir film. O kadar güçlü ki. NBC, hiçbir sosyoloğun yapamadığı kadar güçlü bir biçimde içinde bulunduğumuz çukuru tarif ediyor.
Evet, ağaç yamuk yumuk, şekilsiz. Ve evet, meyvesi de öyle.
Türkiye'de "Köstebek" adıyla gösterime giren filmler:
- Donnie Brasco, 1997
- The Insider, 1999
- The Departed, 2006
- Tinker Tailor Soldier Spy, 2011
- Imperium, 2016
DEV YARATICILIK
Bu hiç de böyle gülünecek, eğlenilecek, makarası yapılacak bir şey değil. Günde 12 saat bir masanın başında, delirtici tekdüzelikte bir işi yapıyorsun. Ayda muhtemelen 100 dolar bile kazanamıyorsun. Köleleştirilmişsin. VE BAŞKA HAYATIN YOK. Sadece bu. Bir kez ve bunu yaşıyorsun.
1969 yılında, Yeşilçam sineması zirvedeyken, muhtemelen de Türkiye'deki salon ve açıkhava sinemalarının sayısı da zirvedeyken Akademik Sinema dergisinden araştırmacı Nezih Coş, memlekette kaç sinema olduğunu merak eder. Bu çapta bir merak sinema tarihimizde ilktir.
Bir su bardağı un,
Dört yumurta (ikisinin tamamını, ikisinin sadece sarısını kullanıyoruz),
Bir çorba kaşığı zeytin yağı,
Bir tutam tuz.
Homojen olana kadar yoğurun, hamuru bir saat dinlendirin, sonra dört eşit parçaya bölüp açın ve spagetti halinde şeritlere ayırın.
1999'da gösterime giren bazı filmler:
- Magnolia
- Fight Club
- American Beauty
- Eyes Wide Shut
- Man on the Moon
- The Green Mile
- Angela's Ashes
- Being John Malkovich
- The Matrix
- The Sixth Sense
- The Blair Witch Project
- The Virgin Suicides
- The Talented Mr Ripley
Değerli araştırmacılar, doktora ve yüksek lisans öğrencileri: 15 dakikalık bir oturumda ancak 1500 kelimelik Türkçe bir metni sunabilirsiniz. İngilizce için bu yaklaşık 1800 kelimedir. O da allegro bir tempoyla. Daha fazlasını mümkün değil sunamazsınız.
Yüz yıllık bu geleneği üç günlük kârına, hırslarına kurban eden işletmecilerin, yapımcıların, dağıtımcıların ve tüm bunlara çanak tutan yönetmenler: Aferim size. Kocaman bir aferim.
Dün, Önder'i depremden sonra ilk kez ziyaret ettim. Bir grup muz ağacının gölgesinde yatıyor artık. Başının üzerine de muz hevengi sarkmış; tam ona yakışan bir şey. Ölümünden sonra bile çocukları mutlu etmeye devam edecek umarım. Devri daim olsun.
Yanılıyor olabilirim, hatta yanılmış olmayı çok isterim ama "bir eskortun bol öpüşmeli, sevişmeli hikâyesi" bana kadından çok erkek seyirciyi hedef alıyor gibi geliyor.
Osman Şahin anlatmıştı: Köy Enstitüsü’ne gidene değin hiç ayakkabısı olmamış, ayakkabı giymemiş. Yalın ayaklı bir Yörük çocuğuymuş ve bu nedenle de hep başı önde durur, yürürmüş.
Enstitüde ilk gün, tüm yeni gelenleri sıraya sokmuşlar. Kılık, kıyafet, ayakkabı dağıtmak için.
“Torrent’ten nasıl olsa izleriz” diyemiyorum ben maalesef. Film izlemek başka şey, sinema gitmek başka şey. Çoğumuz, hayatımızın en azından bir döneminde sinemaya bu indirimler sayesinde erişmişizdir. Artık yok.
Roman Polanski "kader kurbanı" değil bir tecavüzcüdür. 13 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz etmiş, yargılanmış, suçu kesinleşmiş ve tutuklanmadan önce ABD'den kaçmıştır. Hakkındaki tek suçlama da bu değildir. Polanski bugün tarihin çöplüğüne gitti artık. Hem de en dibine.
Sabahki dersimize (34 öğrenci kayıtlı) üç kişi katıldı:
- İlki, evi ağır hasarlı olduğu için konteynırda kalıyordu, oradan bağlandı.
- İkincinin evi de ağır hasarlıydı, şu anda barındıkları fabrikanın deposundan bağlandı.
- Üçüncüsünün evi çökmüştü...
Nasıl olacak bu işler?
Dile getirmekten açıkçası çok hoşlanmıyorum ama bugün üniversite sınavı olması dolayısıyla şunu söylemek istedim: Ben, bugün çalıştığım alandaki lisansıma 32 yaşında başlamıştım. Bugünkü sınavdan sonra hayal kırıklığı yaşayanlara belki bir umut olur.
Herkesin tahmin edeceği gibi, çöken kısmın zemin katında bir dükkan, bir kafe vardı. Apartman sakinleri bu kafenin salonu düzayak yapmak için kolonları kestiğini söylüyor. Bana da çok makul geliyor bu ifadeleri. Bugün şikayetçi olunmuş ve soruşturma başlatılmış.
"Köleler serbest bırakıldıktan sonra çoğu eski efendisini özlüyor: 'Hiç olmazsa o zaman ne yapmam gerektiğini biliyordum'" diyor Haneke, özgürlüğe dair bir konuşmasında.
Çok öfkeliyim, çok kırgınım. İki depremi de evde yaşayan altı yaşındaki kızım üzeri bantlı bir kırık kalp çizmişti. Bu sabah bantın üzerine çarpı atmış, "başkalarının yanında bizimki o kadar da kırılmadı" diyor. Altı yaşındaki çocuk kadar empati kuramayan milyonlarca insan var...
Son dönemde yazılan en iyi tezlerden birini inceleme şansım oldu, nihayet. Anadolu Üniversitesi, GSF'den Rüya İğit'in "Türkiye'nin modernleşme hareketleri paralelinde salon mekânı ve mobilya tasarımları üzerine dönem sineması üzerinden bir analiz" başlıklı yüksek lisans tezi.
Üç kardeşiz; en büyüğümüz çalışıyor ama onun dışında tüm aile eve kapandı; biz de keza öyle; kardeşim bile -en kural tanımayanımız- önceki gün, üç hafta çıkmamak üzere eve kapandı.
Annem ve babam (her ikisi de 70+) dün gece DÜĞÜNE GİTMİŞLER.
Bravo valla.
Her üniversite ve her öğretim elemanı, öğrencilerine ulaşılabilir kaynak sunmak zorundadır. İster üniversitenin kütüphanesine aldırır, ister açık kaynak kullanır, isterse başka bir yolunu bulur. Ama bunu yapmak zorundadır.
Ben çocukken yaşlılar, bunun nedeni "yakınları gelip de gömülene kadar mefta bozulmasın" diye açıklamışlardı. Bugün o paranın ölüyü Styx Nehri'nden karşıya geçirecek kayıkçının ücreti olduğunu biliyorum artık.
Çukurova marabalarıyla ilgili iki müthiş film; Endişe (Y. Güney & Ş. Gören) ve Bereketli Topraklar Üzerinde (E. Kıral, 1980). Her ikisinde de, marabaların topladıkları pamuğu günün sonunda tarttırdıklarını ve yevmiyelerinin öyle hesaplandığını görebilirsiniz.