Yaşamımı olumlu bir yönde büyütmeyen, neşe vermeyen, özgürleştirmeyen tüm yolları reddederek; emek verip kurduklarımın, sonrasında da kendi elimle yıkma cesareti gösterdiklerimin tarihi içinde yürüyorum. Neşemi tercih ediyorum, çünkü etkin ve kendinde üretken bir tutku o.
Biraz yaşınız genç gözüküyorsa, yüz ifadeniz nahifse, nezaketliyseniz hiç tanımadığınız kişilerin sanki sizin mentörünüzmüş, size eğitim veren akıl hocanızın gibi rollere girdiklerini, sizin varlığınıza ancak bu rolde iken tahammül edebildiklerini fark ediyorsunuz.
Modern hayatta sıklıkla hissedilen bir duygu; kendisinin ideal haline geç kalmışlık hissi. Halbuki bir yere yetiştiğimizde yaşama başlamayacağız, yaşanılan her neyse şu anda oluyor, nafile..
Kişi aileden yeterince uzaklaşınca ve ancak bireyselliği kendi yaşamının (ve dâhi kendi duygularının) sorumluluğunu almaya doğru olgunlaştığında aileye tekrar yakınlaşabiliyor.
terapiden çıktım kendimi çok iyi hissediyordum sonra annemden iki cümle duydum ve yine leş gibi hissediyorum üstüne bir de “terapiye boşuna gidiyorsun, parayı gereksiz harcıyorsun bak yine suratın asık” azarı yedim kendi kazandığım parayla gittiğim terapi için hem de
Sürekli flörtünün olması isteği yani hayranlık, övgü ve kabul görme şeklinde dıştan gelen duygusal beslenmeye olan bağımlılık, bastırılan ve kaçınılan depresif durum ile baş etme yöntemi oluyor çoğu insanda.
Ben burada pornografi eleştirisi görmüyorum. Ben burada pornografi eleştirisi arkasına saklanmış, kendinden küçük gördüğü (ve kalabalık için de günah keçisi olan) kadınları sürekli olarak eleştirerek kendi değerini onaylatmaya çalışan üsttenci erk dili görüyorum.
Asistanlığımın ilk aylarında makalelerini ilginç bulup okumuş ve hocama sormuştum “Nasıl oluyor da bizim kliniğimizde yılda bir kez bile rastlamadığımız vakalar bu kişiye olgu serileri yapacak kadar çok sayıda başvuruyor.
Profesör Kabus
İddiaya göre Prof. Dr. Salih Zoroğlu, Bakırköy’deki özel kliniğine getirilen onlarca çocuğa disosiyatif (Çoklu kişilik bozukluğu) teşhisi koydu. Bu çocukları onlarca kişilikleri olduğuna ve aile bireylerinin tecavüzünü bilinçaltına gömdüklerine inandırdı.
Sağlıklı cinsellik ne geleneksel kültürünün dayattığı gibi , pis, kirli, yasak ve günah ne de tüketim kültürün dayattığı gibi plastik, anlık, mekanik, isimsiz, arzusuz, duygusuz ve sadece bedenle ilgilidir.
Narsistin öfkesi çoğunlukla sebebi aşar ve buna intikam hisleri eşlik eder. Önyargılıdır, ötekini cezalandırmaya veya yaralamaya odaklıdır. Çünkü öteki düşman olarak tecrübe edilmiştir. Narsistik öfkede, tartışmanın olgun bir şeklinden ziyade intikam söz konusudur.
Kişi kendi eksiğini ne kadar kabullenebildiyse ötekinin eksiği ile de o kadar barışabiliyor.
‘Eksik olabilir, mükemmel olmayabilir ama benim için yeterli ve anlamlı’ diyebilmeye başlıyor.
Alternatif (!) iyileşme arayışlarında sıklıkla gördüğüm, hastalık nedeninin öznenin dışında olduğu, bu nedenle de iyileşmenin dışarıdan geleceği, tıpkı bebekliğindeki gibi huzur içinde anne memesini ağzında bulacağı ve yeniden bütün olacağı inancı.
Bütün psikopatojiler yani ruhsal hastalıklar özünde bir öğrenme güçlüğüdür, demişti bir dersinde İskender Savaşır.
Deneyiminden öğrenebilenler yaşama gücü, libidosu baskın olanlar ve yeniyi öğrenemeyen, geçmişini, bildiğini tekrar edenler, ölüm dürtüsü baskın olanlar.
Günümüz insanı için en öncelikli gelişim ödevi; başka birini idealize etmeden sevmek, utanç duymadan gerçek duygularını ve ihtiyaçlarını dile getirmek, ondan nasıl faydalanırım diye düşünmeden, sömürmeden ve yargılamadan ötekini kabul etmek..
Şu perspektifi de ekleyebiliriz: Jung, “iyi bir şifacı yaralı olmalıdır; yarası olmayan şifacı olamaz” der.
Yarası olmayan kişiyi aramak biraz da kendi yaraları ile barışamamaktır.
Yarası olmayan insanı bulmayı istemek ve tavsiye etmek hayatı tanımamaktır. Allah yaralarını tanıyan, sarmayı bilen, yarasıyla sevip sevilecek insanlarla karşılaştırsın.
Mesleğe yeni başlayan ve sadece uzaktan yazdıklarını okumuş birinin bile akademik dürüstlüğünden şüphe ettiği bu kişinin nasıl oluyor da yakın çevresindekiler, beraber yayın yaptıkları, aynı kurumda çalıştıkları bugüne kadar sustu.
“İçinde arzu olmayan bir dostlukta aşk adına hiçbir şey yoktur, bu bir dostluktur. Benzer şekilde, içinde dostluk olmayan bir arzu sadece bir arzudur, o kadar…Aşk, arzulu bir dostluk veya dostça bir arzu olsa gerek o halde.”
Francis Wolff
Kusursuz Aşk Yoktur
Dünyaya açık olmak kırılganlığa da açık olmayı getiriyor beraberinde. Tersinden okursak, kırılmaktan kaçınmak, deneyimden ve eylemden de alıkoyuyor. Çünkü yaralarımız aracılığıyla ve yaralarımız kadar paylaşıyoruz insanlık durumunu.
Terapistin, hastasının büyüklenmeci aktarımına, idealize etmesine kaptırıp, kendisine hayran olması ne kadar hatalı ve saçma ise sosyal medyadaki beğeni ve takiplerden sonra kişinin kendine hayranlık geliştirip, söylediklerini aşırı önemseyip eleştiriye katlanamamazlığı da öyle.
Size hiçbir şey kazandırmayacak olsa da bir şeyi doğru yapmaya çalışmak etiğin özüdür. Ve ancak menfaat gözetmeyen böyle bir bağlılık insanları duygusal olarak kuvvetlendirebilir-aksi halde insanlar hayatta kalma mücadelecisine yenik düşerler.
Oysa sahiden keyif alan biri bu keyfi sergileme ihtiyacı duymazdı. Gerçek keyfi deneyimleyen kişi ötekine bunu sahnelemek yerine ötekine duyarsızlaşırdı.
Biraz önce Tunalı’da bardağımdaki son yudumu içip kalkacakken söylüyordum: Artık pasif kişilere “iyi insan” demeyi bırakalım. Onlar için zayıf diyelim en fazla. Mesela şu etliye sütlüye karışmaz, halim selim yakınımın ne iyiliğini gördüm?Aksine tüm varoluşu hareketsizliğe övgü!
İlişkiler bağ kurmayı gerektirir. Ve bu sadece empati kapasitesine ya da başkalarını dinleme, dillerini öğrenme yahut bakış açılarını kavrama becerisine değil; kendi sesinin ve kendi dilinin var olmasına bağlıdır.
“Sevmek, ötekinin eşsiz olmasını istemekir. Ya da dahası; eşsiz ötekinin varoluşunu mümkün kılan sevgidir, bir başka deyişle aktarım/ karşı aktarımdır.”
Julia Kristeva
Evet bir insanı tanımak için çocukluk hikayesi çok önemlidir. Ama hem o insanı tanımak hem de onu desteklemek için bundan daha fazla önemli olan bilgi kişilerin kendini dönüştürme kapasitesidir.
Kendini gerçekleştirme dediğimiz şey de benliğin başarılı performanslarının ve beden sunumunun izleyiciler tarafından onaylanmasından başka anlama gelmiyor günümüzde.
Bir salgın var. “Benim beğenmediğim ve uygun bulmadığım her şey ötekine yasaklansın, benim istediğim ve arzuladığım her şey dünyanın gerçekliği hale gelsin” adı.
Çocuklukta yeterince aynalanmamış bir yetişkin kendi duygularından şüphe etmeyi öğrenmiştir. Kişi hislerini bastırır, ihmal eder, değersizleştirir ve hızla rasyonelleştirir. Kendi arzularından çok çevrenin beklentilerine uyan bir benlik oluşturmasına neden olur.
Erken çocukluklarında otoriter algıladıkları kişiye (sıklıkla babaya) benzememek için sağlıklı ve tutarlı otorite konumuna yerleşmekten de kaçan, asla otorite rolünü taşıyamayan orta yaşlı oğlanlar ülkesi.
Kişinin yas tutabilme kapasitesini iyi ve kötü içsel nesnelerini düzenleme şeklinden anlayabiliriz. “Ya siyahtır ya beyaz” şeklinde düşünmeye devam eden sabit fikirli kişi, gerçeklikle -gri ile- barışıp bazı siyahları ve bazı beyazları feda edememiş, onların yasını tutamamıştır.
Sizi bir türlü anlayamayıp, zihninde yanlış kategorilere oturtan, her defasında yanlış anlayan kişiler olur. Anlayamadıkları nokta yetersiz bir sembolik referans çerçevesine sahip olduklarıdır. Bu nedenle de sizi anlamlandırabilecek kavramsal ve kültürel kodlara sahip değildir.
Anneliğin en temelinde olan fakat belki de kültürümüz içinde en eksik kalan yönüdür; annenin bir erkeği, bir eşi sevebilmesi. Sevgiliyi çocuğunun gözünde de değerli kılabilmesi..
Rüya görebilmek işleyen bir zihinselliğin işaretidir ayrıca. Ham duygusal izlenimlerimi ruhsal olarak işleyemeyen, zihinsel olarak sindiremeyen, duyum ve duyguları ile bağlantı kuramayan kişilerin simgeleştirme ve rüya görme kapasitesi de olumsuz etkilenir.
Başkaları tarafından reddedilmekten korkuyordu, kendisini kabul etmeyenin yine kendisi olduğunu unutmuş gibi.
Ancak ideal, estetik, seçkin, başarılı, güzel olduğunda sevileceğine inanmamış da kendisini olduğu haliyle kabullenmek yerine o ideale ulaşmak için çabalamıyor gibi.
Eve dönüşte en az iki kayıp hissedilir: İlki evden ayrıldıktan sonra yeni bir imkan sunmuş, şimdiki mekanın kaybı. İkincisi ise düşlemde varlığını sürdürülmüş ilk evin kaybı.
Hem ev hem de kişinin kendisi süreç içinde değişmiştir. Bildiğimiz haliyle evin telafisi mümkün değildir
Belki dokuz kriterden beşini tutturan herkese depresyon var deyip 3-5 antidepresandan birini vermeyi standartlaştırmak; kişisel ayrıntılara fazla odaklanmadan “gözlerini iki yana hareket ettir yeter” terapileri ile tedavi aramak psikiyatristin de işçileştiğinin göstergeleridir.
Bir Kadın’da Ernaux şöyle diyordu: “Annemin sert mizacını, sevgi patlamalarını, sitemlerini sadece karakter özellikleri olarak düşünmeye değil, aynı zamanda onun geçmişine ve toplumsal durumuna oturmaya çalışıyorum. Bana gerçeği yansıtma yolundaymış gibi görünen bu yazma biçimi,
Çoğu bilim yapmanın peşinde değil bilim yapmakla uğraşan kişi olmak isteğinde. Bilmekle derdi yok, bilen kişi rolünü istiyor. Fakat bilmenin önündeki en büyük engel oluyor bazen, bu öyle görünmek halleri.
Ait olabilmek ama özerk kalabilmek, bu iki ihtiyaç arasında salınıp duracaktır ruhsallık. Duygusal yatırımın egoya mı yoksa nesneye mi yapılacağı, bir de ilişki eşinizin de yatırım seçeceğini ne yönde kullanacağı...taş kağıt makas:)
Tıpkı Çirkin Ördek masalının sonu gibi kendi türünden kuğularla yani kişinin kendi ruhsallığına uygun dostlarla karşılaşması, onlar tarafından tanınması, inanılması, takdir edilmesi kişiye canlılık ve aidiyet hissi getirir.
Yakın ilişkilerde öncelikle bir ahenk, ritim, istikrarlı durum yaratılır. Bir noktada ise kaçınılmaz olarak bu bozulur ve iki taraf arasında belirgin farklar görünmeye başlar. Böylece onarıma ve yeniden bağlantı kurma sürecine geçilir.
Öznelerarası ilişkinin zorunluluğu budur.
Çocuğa dokunmak/sarılmak/öpmek için kendisinden izin istemek, mahremiyetini ve özel alanını öğrenmesi için uzun uzun yapılmış açıklamalardan ve eğitimlerden daha etkilidir.
Yansıtma, içsel olanın dıştan geliyor gibi yanlış anlaşıldığı bir süreçtir. Kişi kendiliğindeki olumsuz parçalarla baş edebilmek için ötekine yansıtır. Ve sorar: Neden aşkta başarısız oldun? Neden seninle evlenmediler?
Kendinde olanı ötekine bir soru olarak yöneltir.
Ruh sağlığı alanında çalışan kişilerle yaptığım çalışmalarda gördüğüm; kendi yaralarını açmamak, değer verilmemiş, sevilmemiş sahnelerini saklamak, olumsuz algıladığı yönlerini göstermemek için ötekine yardım etme rolüne adanmak. Üstelik kendi yaraları derinde kangrenleşiyorken.
Zihinsel gücünü geliştirmek için elinden gelen her şeyi yapmış, ne var ki düşünsel yeteneği arttıkça, duyarlılığı derinleştikçe daha da yalıtılmış, hayatla olan bütünsel bağı kopmuş kişiler ne de çok.
Freud “kişi geçmişini ne kadar az hatırlarsa, hatırladığının ne kadar az bilincinde olursa, geçmişini o kadar tekrar eder” demiştir. Freudyen kuramda bu nedenle tekrar ve bilinç, tekrar ve hatırlama, tekrar ve tanıma arasında ters orantı ilkesi mevcuttur.
İyi bir terapiyi şu özelliği ile tanımlamak lazım. Sadece bir içgörü ışığı yakmakla kalmayıp kişiye yaşamını değiştirme gücünü de aşılayan bir yöntem olarak.
Freud bize bir rüyanın, gerçeğin yeniden gösterilmesi olmadığını, olmasını istediğimiz bir şeyin rüyasını gördüğümüzü, bunu hayal ettiğimizi veya gündüzdüşü oluşturduğumuzu söyler.
Sürekli hareket halinde olamazsa, hep bir yüksek enerjiyi, coşkuyu, sosyalliği sürdüremezse kendilikleri çözülüp dağılacakmış, parçalara ayrılacakmış gibi hisseden -temelde hissedemeyen- öznelerin toplumu..
Adına ‘akış’ denilince ‘kaçış’ olduğu saklanamasa da.
Bir çocuk psikiyatristi olarak bugün doğum günüm 🎂🎊 Profilime girip balon patlatmayanların siteyi kullanmasını yasaklamayı öneriyorum, hadi bakalım:)
-33’den memnun kaldım, darısı 34’ün başına- Memnun kalmazsam 34 de yasaklansın isterim.
Kendilik değerinden yeterince emin olan bir kişi eleştirildiğinde ya da reddedildiğinde elbette üzülebilir, kızabilir fakat kendine olan sevgisini ve yaşamdaki varoluş hakkını kaybetmez.
insan annesini hep anne olarak kabul ediyor. sanki daha önce başka bir yaşamı olmamış gibi, hiç çocuk olmamış gibi. ne tuhaf. bugün bunu düşünürken aklıma annie ernaux'un şu sözleri geldi: ''annem hakkında yazıyorum çünkü onu dünyaya getirme sırası sanırım bende.''
Freud, "gelişim sıralamasında nefretin sevgiden önce geldiğini göz önüne almalıyız" derken, bir şeyden kurtulma -mesela gereksinim duyulan bir insanla kurulan ilişkiden- çıkıp gitme isteğinin, hep o şeyin (ilişkinin) içine girme isteğinden önce geldiğini de söyler.
Entelektüel bir arzu olarak psikanaliz mevzusu var. Ne hikmetse psikanalizden geçme deneyimi değil de psikanalist olmak arzulanıyor fakat. Kontrol edebilecek, hükmedecek bilgiye sahip olmak. Fakat divanın hep diğer tarafında durarak.
Halbuki psikanaliz pratiği ile anlaşılır.
Bir grupta sağlıklı tartışmalar asla yaşanmıyorsa, birlikte çok mutluyuz sözleşmesi herşeye rağmen sürdürülüyor ve pürüzler inkar ediliyor, dile dahi gelemiyorsa… Dikkat edin kendi aralarındaki düşmanlık ve haseti yansıtacakları ortak bir düşman yaratmışlardır.
Bazıları sizinle konuştuğunu sanarken içsel ötekisi ile konuşmaktadır. Bu durumda diyalog sanılan şey iki özne arasındaki bir muhataplıktan ziyade kişinin kendi yarattığı başkası ile monoloğu olmaktadır.
Yaşamak insanları doğru anlamaktan ibaret değildir. Yaşamak onları yanlış anlamaktır, onları yanlış, yanlış, yanlış anlamak ve sonra dikkatle yeniden düşündükten sonra onları yine yanlış anlamaktır. Hayatta olduğumuzu böyle anlarız: Yanılırız.
Philip Roth, Pastoral Amerika
Bir psikiyatr şunu çok iyi bilir ki, hastalar psikofarmakoloji dersi almadıkları ve aksine bu konuda kötü söylentiye maruz kaldıkları için ilaçlardan az veya çok kaygı duyarlar. Ee şimdi serbest piyasada para kazanmak isteyen ve vasatlığın daha kabul gördüğünü fark eden biri
Son on yıldır hiç duygusal bir ilişkim olmadı ve ihtiyaç da duymadım dedi eski bir arkadaşım. Tabi dedim içimden, sevgi ile/ sevgi üzerinden istismar edildiyse kişi buna ihtiyaç duymamış olabilir.
Çoğu anne, kadınlık rolünde zorluklandıkça çocuğu ile bağımlılığa varan ilişkisine kaçarak bu yükten kurtuluyor. Aynı zamanda kız çocuğunun da kendi dişiliğini ve cinselliğini keşfetmesini engellemeye çalışıyor. Kendisine yasakladığı bir şey için kızına izin veremiyor.
Sevgiyi sadece olumlu şekliyle yaşatma arzusu, sonunda sevginin azalıp tamamen ölmesine yol açar. Sevginin ilkbaharı ve yazını kabul ettiğimiz gibi sonbahar ve kışını da kucaklamak gerekir. Asla üzülmeyelim, hep neşelenelim talebi yaşamın döngülerine izin vermez.
Bebeğinin büyüdüğünde kim olacağını kesin olarak bilen(!) anne ile bebeğinin büyüdüğünde kim olacağını merak ederek ona bakım veren anne arasındaki derin fark..
Dikkat ederseniz, herkesin inandığı tanrının kendisine benzediğini fark edersiniz. Yakıcı, yıkıcı, cezalandıran, mahrum bırakan eylemlerin tanrı adına yapıldığına kim inanır..
Aşk ve sevgide bir anlık tereddütün, tüm kurguyu mahvedebildiğini ne güzel de anlatmış bu film. Kopan her bağın ilk kopuş anının bir tereddütle başladığını bilenleri acıtıyor.
Türkiye’de kültür endüstrisini belirleyen zincir mağazalardan birinin tek bir şubesinde toplam 63 raf ‘kişisel gelişim’ kitabı var.
anlayış farkı gözetmeksizin tüm psikoloji raflarının sayısı ise 40…
bu manzaraya bakarak ülkemizde ruh sağlığının sefaletinden söz edilebilir.
Ah şu insanların her şeyi kendileriyle ilişkilendirmeleri.. Her düşünceden adeta düz bir çizgiyle kendilerine geri dönmeleriyle sonuçlanan yaralı öznellikleri..
Freud'a göre erişkinlikte oyun oynamayı bırakmıyoruz, oyunu somut nesnelerle kurmayı bırakıyoruz sadece. Onu düş ve düşünce etkinliği ile zihnimizde sürdürüyoruz artık. Gerçeğin içerisindeki malzemeleri sembolize ederek tıpkı nesneler gibi onlarla anlamlı kurgular yaratıyoruz
Bir gün çocuğunuz büyüyecek ve sizin maruz bıraktığınız eleştirilere, başarılı olmazsa sevilmeyeceği hissine, sadece var olmaktan kaynaklı değeri olmadığı duygusuna aşina olarak bu yaşantıları tekrarlayacağı ilişkilere girecek.
Bir gün çocuğunuz büyüyecek ve sizin tolere ettiğiniz küstah, işgalci ve zorba davranışlarının partneri tarafından da anlayışla karşılanmasını bekleyecek.
“Birey, televizyondaki Sudan İç Savaşını herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra, Sudan’da ki iç savaş devam etse bile, onun için bitmiştir.”
Jean Baudrillard
Sessiz Yığınların Gölgesinde
Arzunun peşinden gidildiğinde ödenecek bir bedel vardır ancak psikanalitik deneyim arzuya ihanet etmenin bedelinin çok daha yüksek olduğunu bir tez olarak savunur.
“Arzuna uygun davrandın mı?” sorusunu temel almayı özne için iyilik ve kahramanlık olarak kodlar.